Bu hafta yazacak bir şey yok. Bekledim gelir diye, gelmedi. Notlarımı bırakıyorum buraya, olduğu gibi.
Londra’daydık. Yusuf’la hasret giderdim. Bir sergi gezdim. Öğrenci sergisi. Öğrenciler daha yaratıcı, daha cesur eserler çıkartıyor. Denemenin, hayal kurmanın ve sürecin keyfini yaşıyorlar. Sonrasında bir baskı başlıyor ve bazı şeyler, yaratıcılık ve cesaret gibi şeyler uçup gidiyor.
Huzur veriyor bu tablo. Renkleriyle, objelerin ve insanların yerleşimiyle evin güvenliğini hissettiriyor. Çok zengin bir aile değil hissi de veriyor bu tablodakiler. Ama sevgi var bu evde dedirtiyor. Arkadaki sarı dikdörtgen güneşi düşündürüyor, pencereden süzülen. Çocukların kıyafetlerindeki rahatlık, kızın daha olgun duruşu, kardeşinin üstündeki kolu ve kucağındaki kedi kız hakkında çok şey söylüyor. O güven, o sığınılan yer.
Yerde kumlar ve üzerinde toplanmış ve saçılmış tahtalar. Tahta parçalarının üzerinde insan figürleri… bir hafta sonu, denizde geçirilen bir gün. Kumdan kalelerin yapıldığı, güneşe tembelce kendini verdiğin bir gün. İnsanların üzerinde mayo yok, kıyafetler var. İngiltere’de bir sahil belki de, çok sıcak değil ama soğuk da değil. Tembel bir gün.
Kedinin arkasındaki dairelerle gözüm kediden ayrılmıyor. Her şey beni onun suratındaki o kedi ifadesine taşıyor. Bir evin kedisi bu…tok, oyuncu. Ressamın tekniği, renklerin uyumu, gölgeler ve ışık ile hayatıma giren tüm hayvanlara bir selam gönderme hissi uyandırıyor.
Karakterli bir kedi bu.
Bir fotoğraf çekmiştim. Orada da bir pencere ve içeride bir kadın vardı. Tablosunu yapmak aklıma gelmemişti. Bu tablo bende eve dönüp fırçalara sarılma, o çektiğim fotoğrafı tabloya dönüştürme dürtüsü yarattı. Işık…bir tabloda beni en çok çeken ışık ve gölgedir. Sanki bir anne çocuğunun saçını kesiyor, biri daha var o evde ve sarı ışık. Güven.
Tamamı kumaşlardan yapılmış bu tabloya bayıldım. Müge’yi aramak geldi içimden. Bunlardan yapalım sonra hikâyesini yazalım demek istedim. Sonra elimde parça parça duran tığ işini düşündüm. Onlardan bir tablo yapmak istedim. Tüm eski kıyafetlerimden kumaş parçaları kesip resimler yapmak istedim.
Bugün kurumuş çiçekleri tam atacakken ayıklayıp sakladım…onlardan da resim yapacağım.
Bazen bir resim kendi başına hiç bir şey ifade etmiyor ama yan yana geldiğinde bir tablo oluyor. Saatlerce bakabileceğin, her baktığında farklı bir hikâyeye seni götürebilecek bir tablo. O bir araya gelince değişenler hep beni çok etkiliyor…
Bu da onlardan biri işte. Bu beni aldı götürdü. Koşa koşa eve gidip minik tahta parçalarına aynısını yapmak istedim. Bu nasıl müthiş bir fikir. Her biri belki de ressamın kendi telefonundan ekran görüntüsü. Bunlar teknolojik dünyada tahta üzerine boyanmış…bu bile çok şey yaşatıyor bakana. Ben telefon yapmam belki, ama seri halinde çok farklı resimler yapabilirim. Bu beni çok heyecanlandırdı. Ressama hayran kaldım.
Bunun önünde durduğumda dokunmaya korktum. Sonra sayfaları çevirdim. Kocaman bir kitap bu. Eser sahibi dedesinin kaybı üzerine hazırlamış bu kitabı. Bana çok dokundu.
“Bu eser aşkı ve kederi, minnet duygusunu ve yaşanmışlıklara dönüp bakmayı fiziksel olarak sunma çalışmasıdır. Eser çocukluktan, birisinin kızı, eşi ve şimdi genç bir kadın olmaya yürüdüğüm yolda, eski fotoğraflar, mekânlar ve nostaljiyle benim yolculuğumdur.” yazıyor.
Başka hayatlara şahit olmak derdim bu tabloyu ben yapmış olsaydım. Sıradan bir gün, sıradan bir ev ve olağan bir yaşamdan kesit. Perdelerin arkasından bakınca görünmüyormuşum sanmak, arkası dönük kadına bakıp bir çok duygunun içinden geçme hakkı veriyor bana. Işık ve gölge, belli ve belirsiz yaşamlar…
Bugün Yonca’nın Kitabı Storytel’de çıktı. Uzun bir günün sonunda, elimde tığ işi, ayaklarımı uzattım. Kulağımda Yonca… sohbetteyiz.
Nasıl büyük bir keyif…
Hüseyin'in Alman dayısı bu sene 94 yaşında olacak. Hâla her gün 93 basamak merdivenlerden inip şehre gidiyor. Tekrar o merdivenlerden yardımsız çıkıyor. Aralara yerleştirilmiş sandalyelerde bazen soluklanıyor. Zihni berrak, bedeni güçlü. En son kırışıklıklar üzerine bir fotoğraf kitabı hazırladı, kendi bastı dağıtıyor. 61 yaşındayım dediğimde bir zamanlar bana "sen bir de 80'i gör! Muhteşem bir yaş" dediği aklıma geliyor. Sonra karşıma bu video çıkıyor.
36. Hafta. Bir yandan bu hafta ne kadar durağan geçti diyorum bir yandan da ne güzeldi diyorum. Ülke değiştirdim, oğlumu gördüm, genç sanatçılarla tanıştım, güzel yemekler yedim, dinlendim. Bazen de hayat böyle geçiyor.
Yeşim
Not: Bu Haftalık Atıştırmaları mail olarak alamıyorsanız Substack'te açtığım bir sayfaya yüklüyorum. Okumak isteyip mail sorunu yaşayanlar oradan da ulaşabilir :)
Sanal Yazı Evi
sanalyazievi.com
"Hüseyin'in Alman dayısı bu sene 94 yaşında olacak. " şamar gibi çarptı yüzüme 70 yaşına yeni giren annem hem de çok üretken bir insanken kardeşim Almanya'ya taşındı diye hayalet gibi dolaşıyor iki yıldır. Yüzü sadece onunla konuşurken gülüyor geri kalan zamanda bu yaşlılığımızda bizi yalnız bıraktınız diye ona hiç söyleyemezken bize kızıyor oysa otuz yıldır yokum ben ama vicdan azabı çekiyorum yalnızlar, yaşlılar diye. 75 e yeni giren babam arabayla götürdüğümüzde bile evden çıkmıyor 83 yaşında amcam bastonla her gün otobüse binip oğlunun dükkana gidip oturuyor. bir çok şeyin sebebi tercihler ama düğmeler yanlış iliklenince işler zorlaşıyor. Mİsal kilo olunca hareket azalıyor... Benim için bile çok geç derken dayınızın neredeyse babamdan 20 yaş büyük olması düşündürdü. Alman genetiği ve dertsizliği de ayrı bir şans tabi...